14 Aralık 2010 Salı

KÖRLEŞME

yazın tarihinin en gülünç , acıklı sahnelerinden biridir.prof. Kien (tarihin en büyük sinoloğu) sandalyesinde oturmaktadır.önündeki masa üzerinde kitabını okumaktadır.o sırada karısının kendisini dövmeye geldiğini farkeder.kaçabileceği tek yer vardır.zihninde tarihin derinliklerine doğru koşturmaya başlar.her yüzyılda tutunacak birşey arar , bulamaz.karısının ilk darbesi kafasına inerken antik çin'de bir heykele dönüşür.tekme tokat yerlerde yuvarlanırken kurtulduğunu düşünerek avunur.

18 Ekim 2010 Pazartesi

UNUTUŞ

sessizliğinizle yaklaşıp yaklaşıp
durduğunuz ,
sonra uzaklaştığınız o 
yerlerdeyim.
kışın sesleri akşamda yankılanarak
yüzünüze düşmekte ,
oysa yüzünüzü artık bulamıyorum.
söylemesi zor ama
yitirdim galiba.
  
             bursa-1988-(ayların en zalimi) Nisan


      

12 Ekim 2010 Salı

MEMENTO YA DA BİR ANLIK YAŞAM

90’lı yıllarda konusu bilinç olan bir belgesel serisi izlemiştim.O yıllarda Londra’damıydım ? BBC belgeselimiydi ? Hatırlamıyorum (Hafıza ile ilgili bir yazıya unutma ile başladım.).Bilincin bir tanımı yapılıyor ama nasıl çalıştığı açıklanamıyordu.Bilinci oluşturan unsurlar her bölümde bir bir ele alınıyordu.Kullanılan yöntem de travma ya da kanser gibi hastalıklar nedeniyle oluşmuş organik beyin hasarlı hastalardan yola çıkarak bir tanım yapılmaya çalışılıyordu.Hafızayı anlattıkları bölümde iki nörolojik hasta kullanmışlardı.İlk hastada beyin hasarına bağlı kısa süreli hafıza kaybı vardı.Hasta karşısındakiyle konuşurken yan taraftan sesleniliyor , hasta o yana dönüp sonra tekrar karşısındakine döndüğünde hiçbirşey hatırlamıyordu.Karşısındaki tekrar kendini tanıtıyordu.Hasta ; karısıyla birlikte yaşayan yaşlı bir adamdı.Günlük yaşamını kendi başına idare edemiyor ve karısının bakımına muhtaçtı.İkinci hasta daha ilginçti.Uyanık olduğu gün birşeyler yapıyor , uğraşıyor.Ama uyuyup uyandıktan sonra uykudan önceki zamanla ilgili hiçbirşey hatırlamıyordu.Organik beyin hasarlı genç bir hastaydı.Bana ilginç gelen bu hastanın gerçekleştirmeye çalıştığı projeydi.Evinin duvarına yaşadığı şehrin büyük boy bir haritasını yapıştırmışdı.Bu harita üzerinde şehrin değişik noktalarında çok sayıda yeri işaretlemişti.Projesi bu işaretlediği noktalara bisikletiyle gitmekdi.Herbir noktaya ulaşmak bir gününü alıyordu.Sabah belirlediği yere doğru yola çıkıyor , oraya vardığında o noktada bir fotoğraf çektiriyor , eve dönünce de bunu haritasına işaretliyor , fotoğrafını yapıştırıyordu.O gün mutlu bir şekilde uyuyor. Ertesi gün kalktığında dün ne yaptığını , neler yaşadığını hatırlamıyordu.Yani bütün yaşamı tek bir günden oluşan bir adam bu projeyle yaşadığı tek günleri , haritada birleştirip bir yaşam oluşturmaya çalışıyordu.Bu proje çok garip ve saçma gelmişti o gün bana.Adamın bütün yaşam amacı boş bir uğraştı.Bunca zaman sonra yaşamımda geri dönüp baktığımda benim de farklı birşey yapmamış olduğumu görüyorum.( Bu iki adamın ortak özelliği akıp giden zamanı hissedememek. Bir zaman algıları yok.Bütün yaşam tek bir an ya da tek bir günden oluşuyor.)
  Daha sonra bu belgeselden yola çıkarak Jonathan Nolan “Memento Nori” isimli kısa hikayeyi yazdı.  C.Nolan’da bu hikayeden “Memento” adlı filmini yaptı.Belgeseldeki proje filmde intikam projesine dönüştürülmüşdü.Böylece çoğunluğun ilgisini çekebilecek anlamlı bir konuya dönüştürüldü.Filmde kullanılan zaman anlatım tekniğide filmi güzelleştirdi.Filmin en iyi sahneleri de Leonard Shelby’nin hiçbirşey hatırlamadan değişik anlarda kendini bulması , bu sırada yaşadığı karmaşa ve önceden kendi yaptığı işaretleri kullanarak kendini toparlayabilmesi.

30 Eylül 2010 Perşembe

Maelström'e Düşüş ya da hortumla yükseliş

 Tarih 19.06.2004 günlerden Pazar. Ankara’da bir 112 acil yardım istasyonunda doktor olarak nöbetçiyim.Saatime bakıyorum .Saat 12:45 .Henüz hiç vaka yok.Sakin bir gün diye düşünüyorum.Bir süre sonra hava birden kararıyor.Şaşırıyorum.Birden dolu yağmaya başlıyor.Hayatımda gördüğüm en iri taneler.Ceviz mi desem elma mı desem.Eyvah diyorum şimdi telefon çalar.Beş on dakika sonra en nefret ettiğim ,duyduğumda tansiyonumu yükselten ses,telefon sesi çalmaya başlıyor.İstasyona beş dakika uzakta bir yer bildiriliyor merkezden.Olay fırtınaya bağlı ama ne olduğu belirsiz.Merkez de bilmiyor ama bir felaket olduğunu belirtiyor.Yer Sünnü köyü.


Beş dakika sonra olay yerindeyiz.Köyün içine giriyoruz. İnsanlar panik halinde , elleriyle köy dışında bir yeri gösterip oraya gitmemizi istiyorlar.Oraya yöneliyoruz.Uzaktan olay yerini görüyorum.Bir tarla ortasında bir kamyon devrilmiş .Trafik kazasıymış diye düşünürken tarlanın yakınında yol olmadığını fark ediyorum.Kim böyle bir yerde kaza yapabilir ki.Heryer çamur.Ambulans daha fazla ileriye gidemiyor.Ellerimizde çantalarla tarlaya doğru koşmaya başlıyoruz.Tarlaya ulaştığımızda gözümün önünden hiç gitmeyen o manzarayla karşılaşıyorum.Tarlaya serpiştirilmiş gibi yerde yatan insanlar görüyorum.İnleyenler,bağıranlar ve sessiz yatanlar.birbirinden uzakta yatan insanlar.O an fark ediyorum hepsi de sırtüstü yatıyor.Bu nasıl bir kaza anlıyamıyorum.Olay yerine gelmiş olan köylüler yanıma koşturuyorlar ne yapacaklarını bilemeden , benden bir talimat almak için.

Ne oldu diyorum.Hortum diyorlar.anlayamıyorum.Şiddetli bir yağmur başladığını ,tarlalarda çalışanların korunmak için ,arkası kapalı bu kamyona sığındıklarını ve hortumun gelip kamyonu yerden kaldırıp ,yukarılara çıkardığını, sonra bu tarlaya sürüklediğini ,insanların aşağı döküldüklerini daha sonra da kamyonun düştüğünü anlatıyorlar.( biri cep telefonu ya da kamerasına hortum görüntüsünü kaydetmişti.ulusal basında da olay büyük yer buldu. Ülkedeki ilk hortum vakasıydı).Hastaneye götürdüğümüz yaralılara olayı sorduğumda sadece kamyon yerden havaya yükselirken ve düşerken yaşadıkları korkuları ,hissettiklerini anlattılar.Yaralıların bazıları hemorajik şoka girmek üzere olduklarından fazla konuşturmadım.Mesleğim gereği bir çok kazazedeyle karşılaşmıştım.Bir kısmı kaza anında zihinin berraklaştığını , zamanın yavaşladığını anlatırlar.bu olayda yaşanan dehşetin dışında birşey anlatılmıyordu.geceyi de o köyde geçirdim. Hortum ve girdap birbirine ne kadar benzer bilmiyorum ama o gece E.A.Poe’nun muhteşem hikayesi “Maelström’e düşüş”ü hatırladım (a descent into the Maelström).Bu hikayeyi bir gecede yaşlanan ,simsiyah saçları bembeyaz olan bir adam anlatmaktadır.Yaşadığı olay öyle bir olaydır ki içinden bugüne kadar kimse sağ çıkamamıştır.Yazar okuru önce bir dağın en yüksek tepesine çıkarır.(Poe’nun tek bu hikayesi bile ne kadar iyi bir yazar olduğunu gösterir).Bu tepeyi öyle bir anlatır ki okurun yüksekten başı döner.Hikayeyi anlatan bu dağın (okuru dağla korkutmayı başarmıştır) onu hiç korkutmadığını , onu asıl bir gecede bitiren şeyi gösterir. Daha sonra okura bu tepeden uzaktaki denizi ve üzerindeki küçük girdapları işaret ederek anlatmaya başlar.Büyük bir girdabı anlatmaktadır.Yüksekten başı dönmüş okura rakamlarla girdap genişliğini ,yüksekliğini verir.sonra girdaba düşen gemileri korkunç bir sesle dibe çarptırır .Üzerlerine suyu en güçlü şelaleden bile daha şiddetli çarpar.Britannica’dan bilgiler verir.Daha sonra bir ayıyı girdabın en dibine yollar, korkunç kükremesiyle.Okur yeteri kadar dehşete kapıldıktan sonra (asıl bitirici darbe şimdi gelmektedir) beyaz saçlı adam girdapta yaşadığı büyük dramı anlatmaya başlar...

Burdan sonrasını da siz kendiniz okuyun .bu kadar tembellik yeter.Bana o gece bu hikayeyi hatırlatan ; hikayenin kahramanın girdabın içinde şiddetle aşağı düşerken zihninin berraklaşması ve kendini kurtaracak gözlemi yapmasıydı.
(19.6.2004 Radikal gazetesi
Ankara'nın Çubuk ilçesinin Sünlü Köyü'nde meydana gelen hortum tam bir faciaya neden olurken, tarlada çalışan 3 kişi hayatını kaybetti. 3'ü ağır 14 kişinin yaralandığı hortum faciasında 19 ev de yerle bir oldu.


Çubuk-Ankara karayolu üzerinde, Çubuk'a 3 kilometre mesafede bulunan Sünlü Köyü'nde, saat 13.00 sıralarında hortum meydana geldi. Aniden ortaya çıkan ve köyün belirli bir bölgesinden geçen hortum yaklaşık 25 dakika sürdü. Hortumda, üç ev neredeyse tamamen yıkılırken çok sayıda evin de camları kırıldı, çatıları uçtu. Hortumun bilançosu 3 ölü, 3'ü ağır 14 yaralı oldu.



Ölüm tarlada yakaladı

Görgü tanıklarından edinilen bilgiye göre; hayatını kaybedenlerden Hayriye Cinci (60), abisinin çocukları Kürşat Cinci (10) ve Bahar Cinci (8) olay sırasında tarlada çalışıyordu. Yanlarında hortum sırasında ağır yaralanan ve olayın ardından Ankara İbni Sina Hastanesi'ne kaldırılan Hayrie Cinci'nin oğlu Murat Cinci de (11) bulunuyordu. Hortumun çıkması ile sığınacak yer bulamayan Hayriye Cinci, beraberindeki üç talihsiz çocuğu korumaya çalışırken ölümle tanıştı. Şiddetli hortumun karayolundan savurduğu kasası açık Dodge marka bir kamyonet, yaklaşık 100 metre havada savrulduktan sonra tarlada bulunan Hayriye Cinci ve çocukların üzerine yuvarlandı (Bu haberde bir yanlışlık var.Kimsenin üzerine kamyon düşmedi ben ordaydım.



O kadar insan kamyonun arkasına doluşmuşlar (( doludan kaçmak için)), hepsi havadan dökülmüş.Haberi hazırlayan bile olaya inanamamış). Hayriye Cinci'nin yanısıra yeğenleri Kürşat ve Bahar hayatını kaybetti, oğlu Murat ise ağır yaralandı.



Köy yerle bir oldu

Hortum felaketi ile ilgili olarak bilgi veren Çubuk Belediye Başkanı Adem Tuluç, hasar tespit çalışmalarının devam ettiğini belirtirken, yaralı vatandaşların Çubuk ve Ankara'daki hastanelerde tedavi altına alındığını söyledi. Tamamen yıkılan bir evin kerpiç, diğer ikisinin ise betonarme olduğunu belirten Tuluç, 15 evin de camlarının kırıldığını, çatılarının uçtuğunu kaydetti. Tuluç, hortumun aniden çıktığını bu nedenle köylülerin hazırlıksız yakalandığını belirtirken, olay sırasında çok sayıda küçük ve büyük baş hayvanın telef olduğunu, iki kamyon ve bir kaç traktörün de devrildiğini sözlerine ekledi.



Yardım gönderildi

Olayın hemen ardından Ankara ile temasa geçen Çubuk Kaymakamı Mehmet Niyazi Tanılır, köydeki tespitlerini Ankara Valiliği'ne aktararak yardım talebinde bulundu. Ankara'dan itfaye ve kurtarma ekipleri Köye intikal ettirilirken, Çubuk ilçe merkezinde kriz merkezi oluşturuldu. Kızılay, kriz merkezinin talebi üzerine Sünlü Köyü'ne 50 çadır, 250 battaniye ve seyar mutfak gönderdi.

Bu arada Devlet Bakanı Beşir Atalay da Ankara Valisi Yahya Gür ile birlikte, olayı haber alır almaz Sünlü Köyü'ne giderek olay yerinde incelemelerde bulundu ve yetkililerden bilgi aldılar.

Ankara Valisi Gür, hortum felaketinde evleri yıkılan vatandaşlara 10'ar milyar lira ödeneceğini bildirdi. )

28 Eylül 2010 Salı

morel'in buluşu

 okuduğum en çılgın aşk hikayesi.yazarı Adolfo Bioy Casares .yayınlanma yılı 1940 (La invención de Morel) . Borges'in yakın arkadaşı (ben de kitabı bu nedenle okudum) . önsözde Borges "entrikanın ayrıntılarını yazarıyla tartıştım , onu yeniden okudum ;onu kusursuz olarak nitelemenin bir yanlışlık ya da abartma olacağını sanmıyorum."  demiş.
  Morel bir gemi kazasında ıssız bir adaya düşer.adada gezer , dolaşır , günler geçer kimselere rastlayamaz.
umutsuz bir günde yalnızlığıyla başbaşa dolaşırken sesler duyar.gizlice yaklaşır , sahilde bir kadın görür.
saklandığı yerden onu hayranlıkla izlerken başkaları da ortaya çıkar.yanlarına gitmeye cesaret edemez. bundan sonra günlerini onları gizli gizli izleyerek , konuşmalarını dinleyerek geçirir.kadına olan sevgisi ve ilgisi
günden güne artar.gruptan bir kişiyi diğerlerinden kadına daha yakın görür.sevgilisi ya da nişanlısı olabileceğini düşünür.ama ilişkileri pürüzsüz değildir.gün geçtikçe daha yaklaşır gruba ,birtürlü ortaya çıkacak cesareti bulamaz.birgün büyük gerçeği farkeder.bu kişiler onu görmemektedir , bazı konuşmalar tekrar gerçekleşmektedir .bu kişilerin üç boyutlu görüntüden oluştuklarını ve gerçek olmadıklarını keşfeder.bu görüntüleri oluşturan makineyi de bulur.bu makineye bu görüntüler önceden kaydedilmiş ( belki gizli çekilmiş ) ,enerjisini kendi üretmekte ve sonsuza kadar çalışmak üzere tasarlanmıştır.adada aslında Morel'den başka kimse yoktur.
 hikayenin çılgın kısmı bundan sonra başlar.Morel önce umutsuzluğa kapılır.sevdiğini hiçbir zaman ifade edemeyecek , elini tutamayacaktır.sonra aklına bir fikir gelir.Ferhat'ın dağları delmesi kadar büyük bir proje.Morel kendi görüntülerini kaydeder.diğer görüntülerin arasına kendininkileri yerleştirir.dışardan gelip bu görüntüleri izleyen bir kişi bu görüntülerden ve konuşmalardan Morel ve kadının  çok büyük bir aşk yaşadıklarını düşünür.her yerde Morel kadının yakınındadır.kadın ona sevgiyle bakmaktadır.Morel artık huzurludur.

27 Eylül 2010 Pazartesi

gece geçilen şehirler

 Şavkar Altınel'in sevdiğim bir şiirinin adı (aynı zamanda kitaba da adını veren şiir).
uykuyla uyanıklık arasında , alaca karanlıkta  gece geçtiğim şehirleri hatırlıyorum.
belli belirsiz şekilleri zihnimde tamamlayıp şehri yeniden (o andaki ruh halimin de etkisiyle)
kurardım.bazen aynı şehirden gündüz de geçtiğim olurdu . bambaşka bir şehirle karşılaşırdım.
şaşırırdım.
 gece geçilen şehirler gibi yaşıyorum hayatımı.nerden geçtim , ne yaşadım ,belli belirsiz.
belki birgün gündüz de geçerim yaşamımdan.o zaman herşey daha anlaşılır olur.

27 Mayıs 2010 Perşembe

MANİFESTOM

           DON QUIOTE YAZARI PIERRE MENARD OLMAK
   Borges bu hikayesinde bir romancıyı anlatır.Anlatıcı Menard'ın bir hayranıdır.Önce Menard'ın eserleri
zamandizinsel bir sırayla verilir.Sonra bu listede olmayan bir eserden bahsetmeye başlar.
 <<Şimdi gelin , onun öteki eserine bakalım; o gizli ,o son kertede destansı , o eşi bulunmaz ve o (insanoğlunun gücü ancak buna yeter işte! dedirten) bitmemiş esere.Belki de zamanımızın en önemli ürünü olan bu eser , Don Quixote'nin ilk kitabının dokuzuncu ve otuzsekizinci bölümleriyle ,yirmiikinci bölümünün bir parçasından oluşmaktadır.>>
   Övülen bu eser 17. yüzyılda yazılan bir romanın aynı kelimelerle 20. yüzyılda tekrar ; ama daha mükemmel şekilde yazılmasıdır.Menard bu imkansız eserin birkaç bölümünü biterebilmiştir.
   <<17. yüzyılın başında Don Quixote yazmak akla yakın ,gerekli ve hatta kaçınılmaz bir girişimdi ;20. yüzyılın başındaysa neredeyse imkansızdır.>>  Okur kendisiyle dalga geçildiğini düşünmeye başlar.
   Anlatıcı iki Don Quixote 'u birbirleriyle kıyaslamaya başladığında (aynı kelimelerle) 20. yüzyılda yazılmış olanın üstünlüğünü biz de (şaşırarak) kabulleniriz.
  <
          ....gerçek ki anası tarihtir; zamanla yarışır eylemlerimizin arşivi ,geçmişe tanık ,şimdiki zamana örnek olur , yol gösterir ,geleceğin akıl hocasıdır.
     17. yüzyılda , (alaydan yetişme dahi) Cervantes tarafından yazılınca , bu sıralama tarihe düzülmüş bir övgüden başka bir şey değildir.Oysa Menard şöyle der;
       ....gerçek ki anası tarihtir; zamanla yarışır eylemlerimizin arşivi ,geçmişe tanık ,şimdiki zamana örnek olur , yol gösterir ,geleceğin akıl hocasıdır.

          Tarih , gerçeğin anası ; akıllara durgunluk verecek bir düşünce. William James'in çağdaşı olan Menard tarihin ; gerçekliğin irdelenmesi süreci değil ,gerçeğin kökeni olduğunu söylüyor.Ona göre tarihsel gerçek ,olup bitenler değildir ; tarih , bizim olduğuna hükmettiğimiz olaylardır. Son cümleler (şimdiki zamana örnek olur , yol gösterir ,geleceğin akıl hocasıdır.) fütursuzca pragmatiktir.>>
        Okur okuduğu eseri yazarın yazdığı  kelimelerle okur.Okuduğumuz sırada aynı Menard gibi  (eser nezaman , hangi kültürde yazılmış olursa olsun) eseri (kültürümüzle ,birikimimizle,çağımızla) zihnimizde yeniden yazmaktayız.Okumanın zevki ,güzelliği burada.Yoksa bir eseri yazarın ne anlatmak istediğini anlamak için  okumuyorum ;elbette ki yazılanlar anlayabildiğimiz kadar anlıyoruz.Ama o kitabı kelime kelime yazarın anlattığı gibi anlamak için o yazar olmak gerekiyor.Okuduğum ,izlediğim her eseri Menard gibi baştan yazıyorum (ve kendi şahaşerlerimi oluşturuyorum).Yoksa başkasının yazdıklarından bana ne ! kendim yazmadıktan sonra.
    Manifestom tek cümle :
   Okuduğum ,izlediğim eserleri ; aynı kelimelerle çok daha güzellerini oluşturacağım.